AnaSayfa
Önceki
YazıDefteri
Sonraki

Yürek Odası  /  Alaattin Topçu
Ben, biraz kendimi tanımlamaktan acizim, dedim kadına. Gülümsedi. Komik olan ne vardıysa sözlerimde; gülücüklerini, sözcüklerimin askısına iliştiriverdi. Somurtarak sustum. Sözcüklerim, toplayıp pılı pırtılarını çekilirlerken kendi kıyılarına, son bir hamle yapayım istedim. Bu kez, sözcüklerimin yerine, dudaklarımı uzattım. O da uzattı dudaklarını. Öpüştük. Artık dudaklarımız konuşuyordu; yürek atışlarımızın kurşun hızıyla.

Barıştık aşka ve sevişme senfonilerimizde, silahsızlandık. Adınızı unuttum, dedi kadın, silahsızlanmanın esrikliğiyle; söylemezseniz anımsamam da. Kuşkusuz'la sözü aldım dilinden. Her aşk, kedinin fareye koşuşu misali değildir, zindan mutfağında. Anlamadı. Adımla anlattıklarım arasında bir bağlantı kuramamış olmalı ki; çoğul ürkütür, dedi bütün yalnızlıklar. Sonra, teninin kirpiklerini örtüp düş yolculuklarına çıktı. Beni unutmuştu. Dingin teninin yanına yorgun bedenimi uzatırken seziyordum; aslında, ikimiz de farklı zamanlarda ve mekanlarda yaşıyorduk.

Zamanı ve mekanı bir saksıya yerleştirmişler, dedi kadın, gözlerinin perdelerini araladığında; sulasanız bir dert, sulamasanız iki... İnsanın iki arada bir derede kalakalması bu olmalı. Yoksa, sizi sevdiğimi söylemek isterken, sizin bana yabancı oluşunuzu nasıl açıklayabilirim kendime? Sanırım'ın kuşku payını yerleştirirken yastığının altına, bir yandan da anlatımını sürdürüyordu. Ben de biraz kendimi tanımlamaktan acizim. Bana öyle geliyor ki, bütün insanlar, biraz da olsa, kendilerini tanımlamaktan acizler. Yanılıyor muyum? Kişiliklerinin pencerelerini açmaya kalktıklarında, hemen teşhircilikle suçlanacaklarından, iyice kapatırlar, hatta siyaha boyamaktan geri kalmazlar; n'olur n'olmaz! Bir tutam günışığının yürekodalarına sızmasına bile izin vermezler. Ondan olmalı bu soğukluğumuz, resmiliğimiz, iğreti sırıtışlarımız, bu üşümüşlüklerimiz... Aaa! Afedersiniz. Sizi unutmuşum. Çok mu konuştum, kendimle?

Sorun, dedim kadına, sizin çok konuşmanız değil kendinizle. Sorun, benim kendimi çok dinlemiş olmamdır. Sözcüklerin eylemini yadsıdığımı ya da hafife aldığımı sanmayınız. Sadece dokunuşların biraz ritmik ve biraz da anarşistik dansedişlerini özlemiş olmamdır. Yani, bir kadının parmaklarının, tenimin kırık cam parçaları üzerinde dansedişlerini özlemiş olmam... Anlıyor musunuz? Ondan olmalı; sözcükler, bazen bana yabancılaşıyor. Onlardan ürker oldum. Sanki her şeye ama her şeye, dışarıdan ve yukarıdan bakıyorlar. Oysa ben, içeriden bakılsın istiyorum, kendime; eşit koşullarda... Her yerde dokunuşların sevinç yüklü parıltısı olsun istiyorum. Aşk, ama gerçek aşk da, ancak, böyle eşit koşullarda gerçekleşir diye düşünüyorum. Sahi siz, beni kendinizde yeniden doğuramaz mısınız?

" 'Gerçek düşünme eylemi, dedi kadın, bedensel duygularla birarada gerçekleşir.' ama, ta ana karnında başlayan bir süreç zincirlemesinde... galiba biz, bu treni kaçırdık. Yani, ne siz beni kendinizde yeniden doğurabilirsiniz ne de ben sizi... Umutsuz bir tablo mu çizdim sizce?"

--- Hayır ama, sizi seviyorum, dedim kadına
--- Evet ama, bu neyi değiştirir ki, dedi kadın bana.
--- Sizi size hediye ediyorum.
--- Sizi size hediye ediyorum' larla ayrıldık.

Önceki
YazıDefteri
Sonraki
AnaSayfa